TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE ÇEVRE
KİRLİLİĞİNİN SEBEPLERİ
İnsanoğlu tarihsel süreç içerisinde bulunduğu çevreyi doğanın
zenginliklerinden yararlanarak sürekli değiştirmiştir. Sanayi Devrimi’nin
gerçekleşmesiyle günümüzün temel sorunlarından biri haline gelen çevre
kirliliği sadece bugün değil sanılanın aksine geçmişte de zararlı etkilerini
göstermiştir. Eski toplumlarda kişi kendini doğanın bir parçası olarak kabul
ettiği için insan kaynaklı çevre kirliliğinin daha az olmasına karşın insanın
doğaya hükmedebileceğini düşündüğü günümüz toplumlarında ekonomik-siyasi
politikalar, sanayileşme, kentleşme vb. sebeplerden dolayı çevre kirliliği
artmış ve engellenmesi güç boyutlara ulaşmıştır. Gezegenimizin oluşum sürecinde
karbondioksit varlığının yüksek olduğu dönemlerde, sera etkisi hava kirliliğine
yol açsa da bu kirliliğin bir bölümü yine insan kaynaklı olmuştur. Öyle ki
ormanların tahrip edilmesiyle yaşanan erozyon ve iklim değişikliği bazı
toplumların tarım alanlarının yok olup kıtlığa sürüklenmesine bazı toplumların
da doğal kaynaklarını kontrolsüz ve aşırı kullanımı sebebiyle uygarlıklarının
sonunun gelmesine sebep olmuştur. Sanayi Devrimi ile artan çevre kirliliği ve
doğal kaynakların tükeniş hızı insanoğlunun bu duruma karşı önlemler alıp
çözümler üretmesini sağlasa da bu çözümler sürdürülebilir olmamış ve çevre
kirliliği günümüze kadar artarak devam etmiştir.
Dünya’da 1950’lerde sanayileşmeye bağlı çevre kirliliği artarak
tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Kendi tarım alanlarını, sularını ve havasını
kirletmek isteyemeyen Avrupa ülkeleri sanayilerini üçüncü dünya ülkelerine
taşırken Türkiye’nin o yıllardaki ekonomik politikası ithal ikamesine dayanan
bir sanayileşme politikası olmuştur. 1980’lerin başında neoliberal ekonomik politikaları
benimsemeye başlayan Türkiye üretimde daha rekabetçi bir tutum sergilemeye
başlamıştır. Bu tutum fabrikalardaki atıkların çevreye verdiği zararı
arttırmakla beraber atık denetiminin göz ardı edilmesine sebep olmuştur.
Sanayileşmenin arttığı bölgelerde nüfus artışından dolayı doğal kaynaklar
kontrolsüzce tüketilmeye başlanmış ve bu nüfus artışı sebebiyle oluşan yoğun
yapılaşma kentsel ısı adası etkisini arttırmıştır. Çok sayıda inşaat
faaliyetinin bulunduğu bu alanlarda yapılan binalar, inşa edilme ve işletme
süreçlerinde enerji kaynaklarının %40’ını, malzeme kaynaklarının %30’unu ve
tatlı su kaynaklarının %16’sının tüketimine sebep olmuştur. Tek başına
karbondioksit salınımının %35’ine sebep olan inşaat sektörünün yıkım ve afet
sebepleriyle oluşturduğu atıklar yer israfına ve zararlı gazların salınımlarına
yol açmıştır. Yoğun yapılaşmanın olduğu bölgelerde inşa edilen yapıların büyük
bir bölümünü betonarme yapılar oluşturmaktadır. Bu yapılar yüksek sera gazı
salınımını yapan çimento içermektedir ve çimento üretiminde ısıl işlem
gerektiren aşamalarda fosil yakıtlar kullanılmaktadır. Bunların dışında
nakliyatta ve ulaşımda kullanılan fosil yakıtlar da doğayı olumsuz
etkilemektedir.
Çevre kirliliğinin diğer sebeplerine baktığımızda sanayileşme kaynaklı
enerji ihtiyacının artışını, kimyasalların ve fosil yakıtların yoğun
kullanımını; yanlış politikalar yüzünden kentleşme ve göç sorunlarının
yaşanmasını; değişen dünyayla gelen farklı tüketim alışkanlıklarını
görmekteyiz. Hızlı üreten ve kontrolsüzce tüketen günümüz toplumu yeterince
çevre bilincine sahip olmamakla birlikte son yıllarda çevreci yaklaşımlar
popülerlik kazanmaya başlamış; çeşitli kurum, kuruluş ve derneklerle
iyileştirici çözümler ortaya konmaya başlanmıştır.
ÇEVRE KİRLİLİĞİ: ERGENE HAVZASI
ÖRNEĞİ
Ergene Nehri Trakya’da bulunan ve Ergene Havza’sını besleyen; kaynağı
Yıldız Dağları olan bir akarsudur. İstanbul’daki sanayi yapılarının şehrin
kapasitesini aşmasıyla 1980’li yıllarda sanayi bölgesi
Çorlu-Çerkezköy-Lüleburgaz hattına kaymıştır. İstanbul’a yakınlığı ve engebesiz
arazisi nedeniyle sanayi bölgesi olarak tercih edilen bu 2500 civarı sanayi
işletmesi bulunmaktadır. Sanayileşme ile doğru orantılı artan nüfus ve
yapılaşma bölgeyi birçok açıdan olumsuz etkilemiştir. Ulaşım kolaylığı ve ilk
yatırım maliyeti açısından avantajlı olan Trakya’da oluşturulan sanayi bölgesi
uzun vadede Ergene Nehri’ni zehirlemiş ve tarım alanlarının kalitesini
düşürmüştür. Türkiye’nin çeltik, ayçiçeği ve buğday üretiminin büyük bir
kısmını karşılayan Ergene Havzası günümüzde verimi düşük ve ciddi hastalıklara
yol açan bir havza haline gelmiştir. Bazı kolları kullanılamayacak kadar
kirlenmiş olan Ergene Nehri yoğun oranda kimyasal madde barındırmakta ve bu
maddeler kansere yol açabilmektedir. Bölgede bulunan fabrika bacalarından çıkan
gazlar hem havayı kirletmekte hem de kötü bir koku yaymaktadır. Tarım alanları, hava ve sulardaki bu
kirliliğin temel sebebi bölgedeki sanayi yapılarının birçoğunun atık arıtma
tesislerinin ve filtreleme sistemlerine çok geç sahip olması; sahip olanların
da bu tesisleri kullanmamasıdır.
ENERJİ ETKİN BİNA YAKLAŞIMLARI
Günümüzde etkilerini iyice
göstermeye başlayan iklim krizi, doğal kaynakların azalarak tükenme noktasına
gelmesi, fosil yakıt kullanımının çevreye gittikçe zarar vermesi, savaş ve
olağanüstü durumlarda enerjiye erişimin zor ve pahalı olması gibi nedenlerden
dolayı “enerji etkin bina “kavramı ortaya çıkmıştır. “Ekolojik Bina “, Yeşil Bina “, 0 Enerji Bina
“gibi isimlerle de adlandırılan bu mimari yaklaşım, temelde kendi enerjisini
kendi üreten ve bu enerjiyi yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlayan
binalar tasarlamaktır. Yapılacak binaya ilişkin fiziksel ve doğal çevre
analizleri doğrultusunda uygun tasarım yapılıp, doğru malzeme ve bileşenler
kullanılarak inşa edilen bu yapılar kullanıcılara görsel, ısıl, işitsel konfor
sunmayı hedeflemiştir. Üretim maaliyeti aktif binalar göre daha yüksek olsa da
uzun vadede tasarruf sağlayan bu binalar hem ekonomiktir hem de
sürdürülebilirlik ilkelerine uyum sağlamaktadır. Binanın tasarımının yanında
yenilenebilir enerji üreten bileşenleri (rüzgargülü, fotovoltaik panel) de
barındıran bu binalar hem kullanıcılar hem de gezegen için oldukça
avantajlıdır. Fosil yakıtların yoğun kullanımından dolayı oluşan çevre kirliliği,
kaynakların azalması ve “enerji etkin binaların “uzun vadede ekonomik ve
sürdürülebilir olmasından dolayı bu yaklaşımın yakın zamanda tasarım konsepti
olmaktan çıkıp yapının sağlam, ekonomik ve estetik olması gibi temel ilkelerin
yanında yer alacağı yüksek bir ihtimal taşımaktadır.
İnşa edilen binaların çok büyük bir kısmı aktif sistemler kullanılarak
inşa edilmiştir ve bu binalar enerji kaynağı olarak fosil yakıtları
kullanmaktadır. Birincil enerji tüketiminin %40’ından sorumlu olan binalar,
tükettikleri yakıtlar dolayısıyla küresel iklim değişikliğine ve sera
gazlarının artmasına sebep olmaktadır. Yaşanan petrol krizleri, karbon
emisyonunu azaltma çabaları, ülkeler adına enerji kullanımında dışa bağımlılığı
azaltma isteği ve ekonomik nedenlerden dolayı enerji etkin binalar hususunda
çalışmalar başlamıştır. Kullanıcılara ve çevreye sağladığı faydalar açısından
enerji etkin binalar, günümüzün ve geleceğin temel tasarım prensipleri arasında
yer almaktadır. Özellikle enerji açısından dışa bağımlı olan ülkemizde pasif
sistemlerin kullanımı zorunluluk taşımalıdır. Birincil enerji kaynaklarının
kullanımının yıllar içinde arttığı ülkemizde bu enerji kaynaklarının kullanımı
2000-2015 yılları arasında %64 artmış ve bu enerji kaynaklarının ithal edilme
oranı %74,9’a çıkmıştır. Bu olumsuz artışların önüne geçmek adına pasif
sistemler ve enerji etkin binalar daha verimli ve daha çok sayıda
kullanılmalıdır.
SONUÇ
Dünya’nın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’nin kuzeybatısında bulunan Ergene
Nehri’nin zehirlenmesi tüm dünyanın bu durumdan kötü etkileneceği anlamına
gelmektedir. Ülkelerin ve dünyanın zarar gördüğü bu tür durumların başlıca
sebebinin maddi hırslar ve çevre bilincinin eksikliğinden kaynaklandığı
görülmektedir. Ergene Havzası örneğinde görüldüğü üzere bu durum ülkelerin
doğal kaynaklarını tüketmekle kalmamakta ekonomik zorluklar ve sağlık
problemlerine de yol açmaktadır. Son yıllarda ülkemizde ve dünyada sanayileşme kaynaklı çevre
kirliliğine çözüm getirmek amacıyla çalışmalar ve araştırmalar yapılmaktadır. Bu
çalışmalardan enerji etkin bina yaklaşımı şahıslar ve gezegenimiz adına birçok
fayda taşımaktadır. Yasalar, anlaşmalar ve düzenlemelerle konunun ciddiyetinin
farkına varılmakta; sertifikalar ile de bu uygulamalar desteklenmektedir.
Irmak Sönmez
KAYNAKÇA
·
Aydın,
Ö. (2019, Ocak 4). Binalarda Enerji Verimliliği Kapsamında Yapılan Projelerin .
Mimarlık Ve Yaşam Dergisi, s. 55-68.
·
FROM
ZERO TO HERO. (2019). Wise Energy Use Volunteering Scheme for Youngsters.
Ankara: Doğa Yayınları.
·
Göksal,
T., & ÖZBALTA, N. (2001). ENERJİ KORUNUMUNDA 'DÜŞÜK ENERJIL1 BİNA'
TASARIMLARI. II. Çevre ve Enerji Kongresi, (s. 26-30).
·
MANİOĞLU,
G., & Yılmaz, Z. (2002, Eylül 1). Bina kabuğu ve ısıtma sistemi işletme
biçiminin ekonomik analizi. itü dergisi, s. 22.
·
ÖZBALTA,
T. G. (2019). Yaklaşık Sıfır Enerjili Binalar Ve Yerleşimler. 2-6.
·
YÖNTEM,
S. T. (2016). Çevre Dostu Binalarda Enerji. Ankara: IDEKAF
·
DENİZ, M. H. (2010, Mayıs 31). SANAYİLEŞME
PERSPEKTİFİNDEKENTLEŞME VE ÇEVRE İLİŞKİSİ. COĞRAFYA DERGİSİ, s. 95-105.
·
KOCAMAN, H., AKIN,
Y. K., & OĞUZHAN, A. (2011). Trakya’da Ergene Nehri Kirliliğinin Tarım
Üretimine Olan Etkisi: Edirne Örneği. Edirne: Karadeniz Fen Bilimleri
Dergisi .
·
KUBAŞ, A. (2017,
Aralık). Tekirdağ İlinde Sanayileşme ve Çevre Yönetimi. Social'Sciences'Research'Journal,
s. 109-112.
·
PINARBAŞI, A.,
& PALA, M. (2014). Proposed Solutions to Environmental Concerns in the
Construction Industry. 2. ULUSLARARASI ÇEVRE VE AHLAK SEMPOZYUMU (s.
653-654). Adıyaman: Adıyaman Üniversitesi Yayınları.